Küresel Bankacılık Değerlendirmesi 2021 Raporu

 

McKinsey & Company, ‘McKinsey Küresel Bankacılık Değerlendirmesi 2021’ raporunu yayınladı. Dijital dönüşüm ve çevik yapılara geçiş süreçlerini erken başlatan bankaların, pandeminin de etkileriyle, geri kalanlardan daha belirgin şekilde ayrıştığını ortaya koyan raporda; önümüzdeki yılların, arayı kapatmak isteyenler için kritik önem taşıdığına vurgu yapılıyor. Raporla ilgili değerlendirmelerini paylaşan McKinsey & Company Kıdemli Ortağı Gökhan Sarı, “Yaşanan toparlanmayla birlikte, küresel bankacılık sektörü öz kaynak getirisi oranının, 2025 yılına kadar yüzde 7 ila 12 arasına yükseleceğini öngörüyoruz” dedi.

 

Yönetim danışmanlığı firması McKinsey & Company, bankacılık sektörüne yönelik hazırladığı raporunu, bu yıl on birinci kez yayınladı. Bankaların, pandemi sürecinde nasıl ilerlediğini inceleyen ‘McKinsey Küresel Bankacılık Değerlendirmesi 2021’ raporu, sektörde yaşanan büyük ayrışmaya dikkat çekiyor. Raporda, dijital dönüşüm ve çevik yapılara geçiş süreçlerini erken başlatan bankalarla, geride kalanlar arasındaki bu ayrışmanın, pandemiyle birlikte daha da belirgin hale geldiği belirtiliyor. Geride kalanların arayı kapatmak için kısa bir süresi olduğu vurgulanan raporda, geçmişte yaşanan krizlere yönelik analizlerin sonuçları da paylaşılıyor. Bu analizlere göre; krizlerden sonraki tüm ekonomik toparlanma döngüsü boyunca üretilen değerlerin üçte ikisi, ilk iki yıl içinde yaratılıyor. Rapor ayrıca, bankaların önümüzdeki yıllarda ekonomik kaderini etkileyecek faktörleri; coğrafya, müşteri tabanı, ölçek ve iş modeli başlıkları altında ele alıyor. Daha başarılı sonuçlar elde eden bankaların güçlü yönleri daha yakından inceleniyor. Rapor, CEO’ların ve strateji belirleyenlerin dikkate alması gereken önemli iş modeli sorularının yanı sıra büyümenin ve refahın anahtarını arayan bankalar için nelerin mümkün olduğuna dair örneklerle sona eriyor.

McKinsey Küresel Bankacılık Değerlendirmesi 2021 Raporu şu bulguları içeriyor:

  • Bankaların yanı sıra fintechler ve uzmanlar da dahil bir bütün olarak finansal hizmetler sektörü, diğer sektörlerle karşılaştırıldığında 1,3 kat gibi düşük bir öz kaynak değeriyle işlem görüyor. Sadece bankalara bakıldığında değerlemelerin ortalaması 1 kata kadar düşüyor ve oyuncuların yarısının işlem değeri, öz kaynak değerinin altında kalıyor.
  • Bu genel tablonun yanı sıra sektörün eklediği 1,9 trilyon dolarlık piyasa değerinin yüzde 50’sinden fazlasını; ödeme uzmanlarından, borsalardan ve bazı menkul kıymet firmalarından oluşan sektörün öne çıkan oyuncuları ele geçiriyor.
  • Analiz edilen 599 kurumdan sadece 65’inin tüm kazanımları elde ediyor olması, raporda öne çıkan büyük ayrışmanın temelini oluşturuyor.

McKinsey uzmanlarının analizlerine göre; bankacılık sektöründe ortaya çıkan büyük ayrışmanın temelinde, dört ana faktör bulunuyor. Bunlardan; coğrafyanın, müşteri tabanının ve ölçeğin değiştirilmesinin bankalar için zor olduğu belirtiliyor. Dördüncü faktör olan iş modelinin ise bankaların ayrışmada kazananlar tarafına geçmelerini sağlayabilecek alan olduğunun altı çiziliyor.

İş modelini oluştururken sahip olunması gereken yetenekler

Genel olarak fintech’lerin ve uzmanlaşmış finansal hizmet sağlayıcılarının birçoğunun küresel bankalardan daha yüksek değer artışı yarattığını ortaya koyan rapor, bankaların geleceğe yönelik iş modelini oluştururken sahip olması gereken yetenekleri üç başlık altında topluyor. McKinsey uzmanlarına göre; bankaların öncelikle özel müşteri ihtiyaçlarını, farklı ve kişiselleştirilmiş bir deneyimle çözmek için dijital kanalları ve ekosistemleri kullanması büyük önem taşıyor. Böylece bankalar, daha fazla temas noktası ve daha fazla sahiplenme ile müşterilerin yaşamlarına dahil olabiliyor. Bu süreçte elde ettikleri iç görüleri, müşterileriyle daha güçlü bağlar kurmak için kullanıyor. Başarılı bankların sahip olduğu ikinci yeteneğin ise daha az sermaye yoğun ve daha fazla büyüme odaklı bir ekonomik modelle yatırımcıları kendine çekmesi olduğu belirtiliyor. Bu bankalar sadece finansal aracılık yerine, hizmetler ve komisyonlar aracılığıyla müşterilerinden para kazanmayı ve bu şekilde büyümeyi hedefliyor. Son olarak da söz konusu başarılı bankalar daha hızlı ve daha esnek oluyor. Hem organik olarak hem de satın almalar veya ortaklıklar yoluyla müşteri ihtiyaçlarına cevap veren hizmetler sunuyor. En iyi yetenekleri çekerek müşterileri memnuniyetini sağlamaya odaklanıyor.

McKinsey Kıdemli Ortağı Gökhan Sarı: “Sektör öz kaynak getirisinin yüzde 7 ila 12 arasına yükseleceğini öngörüyoruz”

Pandeminin bankalar için bir çağın sonunu işaret ettiğini belirten McKinsey Kıdemli Ortağı Gökhan Sarı; “2008 küresel mali krizini atlatan bankalarla yola devam eden sektör, pandemiye kadar geçen süre içinde; sermayeyi yeniden inşa etti, yeni düzenlemelere uyum sağladı. Müşterilerle ilişkilerini güçlendirmek ve hizmet süreçlerinden daha fazla verimlilik elde etmek için dijitale yatırım yaptı. Bütün bu hamleler işe yaradı ve bankalar, 2020’de pandeminin baskılarına dayanmayı başararak sermaye rezervlerini yükseltti. Bu olumlu tabloya rağmen sektördeki kârlılık yüne de düştü. 2011’de yüzde 8 olan bankacılık sektörünün küresel ölçekte öz kaynak getirisi, 2020’de yüzde 6’ya kadar geriledi. Yaşanan toparlanmayla birlikte, bu oranın 2025 yılına kadar yüzde 7 ila 12 arasına yükseleceğini öngörüyoruz” dedi.

Önümüzdeki birkaç yılın bu raporda vurgulanan büyük ayrışmanın doğru tarafında yer almak isteyen bankalar için çok önemli olduğuna vurgu yapan Gökhan Sarı sözlerini şöyle sürdürdü: “Daha önce yaşanan krizleri incelediğimizde de görüyoruz ki; toparlanma döngüsü boyunca üretilen değerlerin önemli kısmı krizden sonraki ilk iki yılda elde ediliyor.  Ayrıca ilk yıllarda büyümeye yönelik cesur adımlar atan kurumlar, genellikle bu kazanımlarını daha uzun vadede elinde tutuyor.”