Dijital Biz Dergisi | Yazar

 

Prof. Dr. Burhanettin Aykut ARIKAN

Türk-Alman Üniversitesi Rektör Yardımcısı

 

Temmuz 2021

 

Hangi Dijitalleşme, Kaçıncı Endüstri Devrimi:

Endüstri 4.0 Bağlamında Dijital Teknolojilerin Temel Dinamikleri

 

Teknoloji konusundaki çoğu analiz, ne yazık ki genellikle yüzeysel kalır. Bunun temel sebebi, ortaya konan analizlerin ya sadece sonuçlara odaklanması ya da bu sonuçları doğuran dinamikleri sağlıklı bir şekilde ortaya koyamamasıdır. Teknolojilerin etki ve sonuçları elbette önemlidir; ancak bu etki ve sonuçlar, o teknolojiyi ortaya çıkartan dinamikleri açıklamaz, aksine o dinamiklerin dönüştürücü etkisini tarif eder. Teknolojileri ortaya çıkartan tüm dinamiklerin bilimsel ve teknik kökenleri olmakla beraber, herhangi bir bilimsel veya teknik icadın teknoloji olarak hayatımızda yerini alabilmesi için toplumun ve/veya pazarın bunu kabullenmesi gerekir. Teknolojilerin, özellikle de dijital teknolojilerin dinamikleri, bize onları anlama imkânını verirken, etki ve sonuçlarıysa bize onları anlamlandırma imkânını verir. Herhangi bir konuyu anlamadan anlamlandırmak da imkânsız olmasa bile anlamsız olacağı için, gelin önce hep beraber şu Endüstri 4.0 kavramı bağlamında dijital teknolojilerin temel dinamiklerini ele alalım.

 

Son zamanlarda hem sektör temsilcilerinde hem de sektörel yayınlarda bir dijitalleşme ve Endüstri 4.0 yaygarası kopmuş gidiyor. En basit işgücü süreçlerini dijitalleştirmeye çalışanlardan tutun da olmadık teknolojik cambazlıkları Endüstri 4.0 diye ortaya koyup bununla hiçbir mantıklı gerekçesi olmayan dönüşümleri hayal edenlere kadar bir kısım zevat kıymeti kendinden menkul söylemlerle kasıp-kavuruyor ortalığı. Hele bu saydıklarımızın sosyal medyadaki yansımaları daha da içler acısı.

Doğrusunu söylemek gerekirse, teknoloji konusundaki çoğu analiz, ne yazık ki genellikle yüzeysel kalır. Bunun temel sebebi, ortaya konan analizlerin ya sadece sonuçlara odaklanması ya da bu sonuçları doğuran dinamikleri sağlıklı bir şekilde ortaya koyamamasıdır. Teknolojilerin etki ve sonuçları elbette önemlidir; ancak bu etki ve sonuçlar, o teknolojiyi ortaya çıkartan dinamikleri açıklamaz, aksine o dinamiklerin dönüştürücü etkisini tarif eder. Teknolojileri ortaya çıkartan tüm dinamiklerin bilimsel ve teknik kökenleri olmakla beraber, herhangi bir bilimsel veya teknik icadın teknoloji olarak hayatımızda yerini alabilmesi için toplumun ve/veya pazarın bunu kabullenmesi gerekir. Teknolojilerin, özellikle de dijital teknolojilerin dinamikleri, bize onları anlama imkânını verirken, etki ve sonuçlarıysa bize onları anlamlandırma imkânını verir. Herhangi bir konuyu anlamadan anlamlandırmak da imkânsız olmasa bile anlamsız olacağı için, gelin önce hep beraber şu Endüstri 4.0 kavramı bağlamında dijital teknolojilerin temel dinamiklerini ele alalım.

Öncelikle şu Endüstri 4.0 nedir, ne değildir, adını koymakta yarar var. Lafı çok uzatmadan hemen açıkça söyleyelim: Endüstri 4.0 politik bir gündemdir. Üretimin Batı’dan Asya-Pasifiğe kayması nedeniyle, Almanya özelindeki Avrupa şu basit yaklaşımı benimsedi: “Ucuz Çinli İşçinin yerine daha ucuz Alman Robotunu yerleştirmek”. Elde gerekli tüm teknolojik bileşenler vardı: PCL’ler üzerindeh haberleşebilen makineler ve otomasyon protokolleri, geniş bantta yüksek hızlı bağlantılar, öngörüsel üretim algoritmaları, akıllı sistemler ve öğrenen maineler. Sistem nesnelerin Interneti (IoT), 4G LTE (hatta 5G), Yapay Zekâ gibi bileşenlerle yeni bir endüstriyel üretim biçimini aldı ve bugünkü adıyla Endüstri 4.0 oldu. Kavramı Almanya’nın en önemli araştırma enstitülerinden Fraunhofer’in ortaya atması boşuna değildi elbette.

Aslına bakılacak olursa, bu politik gündemler birçok yerde var. Örneğin ABD, robotik programlama, CNC, torna-tesviye-freze gibi üretim teknikleri, üç boyutlu yazıcılar, mikro-enjeksiyon tezgâhları vb. masaüstü ekipmanlarıyla, Çin’in oyuna girmesiyle beraber üretimden uzaklaşan orta sınıf Amerikan gençlerini tekrar garajlarında katma değerli üretim yapmaya teşvik etmeye çalışıyor. Bunun adı da Maker Hareketi. Hareketin en önemli ideologlarından biri olan Chris ANDERSON’un bir İHA şirketi kurması gayet anlaşılabilir bir şey. Hatta anladığımız kadarıyla Donald TRUMP’a seçim kazandıran “Making Amerca Great Again” sloganındaki “make” (yapmak) fiili de muhtemelen çok bilinçli bir seçim. Yaşlılarına çok büyük önem atfeden Japon kültüründe yeşeren Toplum 5.0 gündeminin de temelinde Yaşlanan Nüfus ve Japon Kültürü yatıyor.

Ancak gelin bu konuya bir de Türkiye açısından bakalım. Ülkemizde de Endüstri 4.0 ve dijitalleşme başlığı altında “karanlık fabrikalar” (işçisiz üretim) hülyalarında olan bilinçsiz bir güruh var. TÜİK verilerinde göre, hâlâ görece genç bir nüfus yapımız var. 2050 yılına kadar da pozitif nüfus artışı öngörülüyor. Bu şu anda hâlâ 50 yıl genç bir nüfusumuzun olacağı anlamına geliyor. Genç nüfus demek, yeni ev demek, yeni beyaz eşya demek, yeni mobilya demek, yeni otomobil demek, yeni elbise demek vs. Kısacası genç nüfus, tüketimi ve dolayısıyla da üretimi canlı tutan, ekonomiye de dinamizm kazandıran bir unsur. Ancak genç nüfus, diğer yandan da istihdam yükü demek. Öyle ya, bu gençlere bütün bunları satın alabilecek ekonomik gücü verecek işler de lazım! İşte dananın kuyruğu tam da burada kopuyor. Zira ülkemizdeki bu kadar genç nüfusta ne yapacağız? Endüstri 4.0’ın öngördüğü işsiz fabrikalar, bu genç nüfusun getirdiği istihdam yükünü daha da arttırmayacak mı?

Bu gençlerin gelecekte iyi işlere kavuşabilmesi rekabetçi yetkinliklere sahip olabilmelerinden geçiyor olabilmelerine bağlı. Bu rekabetçi yetkinlikleri de şöyle sıralayabiliriz:

  • Analitik Düşünme;
  • Problem Çözme Teknikleri;
  • Algoritma Geliştirme/Kullanma;
  • Yapay Zekâ;
  • Otomatik Üretim;
  • Öngörüsel İşletim/Bakım;
  • Bağlantılı Makineler;
  • 3B Yazıcılar;
  • Mekatronik;
  • Büyük Veri Yönetimi;
  • Akıllı Taşımacılık;
  • Ağ Tabanlı Tedarik Yönetimi;
  • İmalat Simülasyonu.

Bu yetkinliklere sahip bireyler, gelecekte daha katma değerli üretimlere imza atabilecekleri gibi, gelir düzeyleri de o ölçüde yüksek olacaktır.

Elbette bu rekabetçi yetkinlikler bir gelecek inşası olmadan da işe yaramıyor. Gelecek inşası ise öyle fütüristik bir iş de değil üstelik. Gelecek inşasının temelinde, teknolojilerin de temellerini oluşturan trendler yer alıyor. Kısacası, gelecek inşası için önce araştırılması gerekli olan şey trendlerin dinamikleri. Buna da Trend Araştırması deniyor. Trendleri araştırmadan önce trendleri doğru tanımlamakta da fayda var. Zira kelime anlamı “eğilim” olan trendlerde, aslında her şey trend de değildir. Bir şeylerin trend olarak tasnif edilebilmesi için, en az beş sene geçmesi gerekiyor. Dolayısıyla “bu yılın trendi” gibi cümleler doğal olarak zırva ve çöp oluyor. Trendleri daha iyi anlayabilmek için trendlerin tasnif edilebileceği bir Trendler Taksonomisi veya Trendler Hiyerarşisini ele almakta yarar var. Böylece neyin trend olup olmadığı daha rahat anlaşılabilir:

  1. Global Trend: Pandemi, Küresel Isınma;
  2. Mega Trend: Küreselleşme, Sürdürülebilirlik;
  3. Makro Trend: Hibrit Çalışma;
  4. Mikro Trend: Arazi Tipi Araç Kullanımı;
  5. Heves Trend: Moda olan ve bu modası bir süre sonra geçen her şey.

Gelecek Trendlerini iyi analiz edebilmek için Trendlerin Temel Dinamiği olan iki kavramı doğru analiz etmek gerekir: İnsan ve toplum. Bu da İnsanlığın yeniden merkeze oturacağı bir Rönesans ile mümkündür. İnsan ve Toplumun kesişim noktası da Nüfus Yapısıdır. Nüfus yapımızı ise, şu üç temel dinamik belirliyor ki bunlar aslında bir yerde hem teknolojinin hem de dijitalleşme ve Endüstri 4.0’ın temel dinamikleri aynı zamanda:

  • Yaşlanma;
  • Sağlıklı ve Dirençli Kuşaklar;
  • Sanayi Sonrası veya Enformasyon Toplumu.

Yaşlanma önemli bir parametre. Yine TÜİK verilerine göre görece genç bir nüfus yapımızın olmasına kaşın, hızla yaşlanıyoruz da. Şu anda nüfusumuzun yaş ortalaması, 32 yaş civarında; ancak bu hızla yükseliyor. Bu noktada elbette doğurganlığı teşvik etmek bir yöntem, ancak daha önemlisi, mevcut nüfus yapımızı yukarıda sıraladığımız rekabetçi yetkinliklerle donatmak.

Pandemi bize sağlığın ve dirençliliğin ne kadar önemli bir şey olduğunu çok sert bir şekilde hatırlattı. Bütün Dünya sanki sağlıklı dirençli olabilenlerin hayatta kalabildiği çok sert bir sosyal deneyden geçti. Ama bu dirençlilik sadece bireysel yönden değil bence. Kurumlarımızın ve işletmelerimizin de bu dirençlilik refleksini geliştirmiş olmaları gerekiyor. Bunun da yolu, sürdürülebilir olmaktan, dahası sürdürülebilirliği yönetmekten geçiyor. Sürdürülebilirliği yönetebilen kurumlar hem kurumsallaşıyor hem de İnovasyon yapabiliyor. İnovasyon, “etki yaratan değişim” tanımıyla da bu sürdürülebilirliğin anahtarı.

Sanayi sonrası enformasyon toplumu kavramı da aslında tüm bu kavramları bünyesinde toplayan temel kavram. Gelin bu kavramı da başka bir yazıda ele alalım.